Eşinin gönderdiği konuma
varmak üzereydi. Şehirden uzaklaşmış, ağaçlıklı yollardan geçmişti. Biraz da
tedirgin olmuştu. Etraf çok sakindi. “Buralar nasıl yerler, araba bozulsa ne
yaparım?” diye düşündü. Telefonuna ard arda mesajlar gelirken, birden
çalmaya başladı.
-Aslı neredesin?
Ulaşamıyorum sana, çok merak ettim!
-Hayatım asıl sen neredesin?
Beni nerelere sürüklüyorsun. Telefon çekmiyor, yollar bom boş. Bir Allah’ın
kulu yok. Sağ salim geleyim, sadaka vereceğim.
Aslı
ve Rıfat iki yıllık evliydiler. Bebekleri olacağı için yeni bir ev arayışına
girmişlerdi. Aslı adrese vardığında, iki katlı müstakil taş bir ev gördü.
Arabayı durdurdu ve evi incelemeye başladı. Önünde asma yapraklarının sarktığı
bir çardak vardı. Çardağın karşısında, derme, çatma mutfaktan bozma bir tezgah
duruyordu. Tam tezgahın bittiği yerde, yağlı boya ile boyanmış, el yapımı taş
fırın, tüm heybetiyle hala ayaktaydı. Bahçenin köşesinde, zincirleri ve kovası
paslanmış, tulumbası da olan bir su kuyusu vardı. Ağaçlardan kiraz ve erik
sarkıyordu. Bakımsız, yosun tutmuş, süs havuzu da dikkatinden kaçmadı. Tam
“Allah’ım burası neresi, benim burada ne işim var? Herhalde yanlış geldim? “
diye düşünürken, Rıfat’ın seslendiğini işitti.
-Hoş
geldin hayatım. Gel, gel. Tanıştırayım yeni evimiz.
Aslı’nın
coşkun bir şekilde, boynuna atlayıp, sarılmasını bekliyordu.
-Rıfat,
şakanın hiç sırası değil. Gerçekten neden buradayız? Dilim, damağım, kurudu. Su
var mı yanında? Oturayım şurada bir yere, şimdi bayılacağım.
-Tamam
kabul ediyorum, biraz bakımsız, elden geçireceğiz. Yüz yıllık, Selçuklu
mimarisinden özenilerek yapılmış bir ev. Şu arka duvardaki çini fayansları
gördün mü? Ben çok ciddiyim. Çocukluğumdan beri, böyle bir evde yaşamak
istiyordum.
Rıfat
geleneksel yaşamdan hoşlanıyordu. Tam bir nostalji tutkunuydu. Evin bir odası
aile büyüklerinin, eski eşyalarıyla doluydu. Hele bir gün, omzunda koca bir
sandıkla gelmişti. Aslı, güveli pis sandığı görünce, şok oldu.
-Lütfen
öyle ters bakma. Bu son, zımparalayıp, boyayınca, tanıyamayacaksın. Eskicinin
arabasında gördüm. Seksen yıllık sandık dedi. Ve ben onu, iki lahmacun parasına
aldım.
-Nereye
koyacağız Rıfat ? Bedava verseler ne olur? Odanın küf kokusu salondan
hissediliyor. Hiç bir şeyi atmıyorsun. Yetmiyor, bir de topladığını
getiriyorsun, diye söylenmişti.
Şimdi
dağın başındaki bu eve ne demeliydi? Bu kadarda bireysel bir yaşam olamazdı.
Bırak marketi, bakkal bile yoktu. Aslı, kalabalık severdi. Arkadaş çevresi
çoktu. Buraya kimi davet edecekti? Bunları düşünürken, duvarda bir akrep gördü.
Bas, bas, bağırmaya başladı. Rıfat yerden aldığı bir karton parçasıyla, tek
hamlede yere düşürüp, etkisiz hale getirdi.
-Hayatım
sakin ol hallettim. Neden bu kadar korktun, anlayamadım. Bazen tepkilerini
kontrol edemiyorsun, dedi.
-Rıfat,
evimiz dediğin yerin duvarında akrep geziyor. Bu normal, benim bağırmam mı
anormal?
-Bahçeli
evde böyle şeyler olur. Şimdi sen, gerçekten bu evi beğenmedin mi? Kızımız
Mücella su havuzunun etrafında koşmasın mı? Şu doğal meyvelerden yemesin mi?
-Mücella
mı dedin sen? Bu da nereden çıktı?
-Unuttun mu? Kendisi
babaannem olur. Kızıma, rahmetli babaannemin ismini koyacağım.
-Rıfat onun bir ismi var.
Sudenaz ve biz, bu konuyu konuşmuştuk. Tamam, babaannene saygı duyuyorum. Ama
evlilik teklifini bile, bana onun yüzüğü ile yaptın. Anısını parmağımda
gezdiriyorum, ama bu kadar.
-Nasıl yani sen o yüzüğü
çok beğendiğini söylemiştin.
-Herkesin kafam kadar, tek
taşı var. Farkında mısın? Seni kırmak istemiyorum ama artık şansını
zorluyorsun. Ve ben dayanamıyorum.
-Aslı bu şikayet edilecek
bir şey değil. Kaç kız parmağında, ata yadigarı yüzük taşıyor? Bazen ben de
sana dayanamıyorum, ama sesimi çıkartmıyorum.
-Neyim varmış benim?
-Öncelikle
çok dağınıksın. Resmen arkanı ben topluyorum. Geçen marketten gelirken, ellerim
dolu diye kapıyı açmanı rica ettim. Çantanda yarım saat anahtar aradın. O
yediğin boş çikolata paketlerini de görmedim zannetme. Bir aydır taşınacağız
diye, kalemine kadar düşünüp, koliler aldım. Her gün bir odayı toparlayalım.
Üzerlerine ne koyduğumuzu yazalım diyorum. Hallederiz diyorsun başka bir şey
demiyorsun.
-Şu
an sorunumuz bu mu? Bizim daha bir evimiz bile yok. Kaç siteye gittik. Spor
salonları bile vardı. Ne gösterdiysem beğenmedin. Şimdi kalkmışsın, bana yeni
evimiz burası diyorsun. Her şeye itiraz ediyorsun. Her şeye hayır, diyorsun.
Ben seni bir kere kırdım mı? Aman üzülmesin, aman gücenmesin, artık kendimi
tanıyamıyorum.
-Aslı
şu an gerçekten kalbimi kırıyorsun. Geçen Pazar, sırf senin canın ıslama köfte
çekti diye, kalktık, Adapazarı’na gittik. Hem de ertesi gün iş vardı.
Ayaklarımı uzatıp, dinlenebilirdim. Altı saatlik uykuyla işe gittim ben.
-Fena
mı oldu? Ne kadar güzel bir gün geçirdik. Zaten gidene kadar kırk, dereden kırk
su getirdin. Araba kirliymiş. Benzini yokmuş. Ya yolda bir şey olursa.
Hazırlıkların, dört saat sürdü. Ben on dakikada kapıdaydım. Belki de hayatında,
ilk defa böyle bir şey yaptın. Oda Sudenazın hatırına…
-Adı
Mücella! Ayrıca tedbir almayalım mı? Sana kalsa, şu hayatı bodoslama
yaşayalım.
-Sudenaz
diyorum. Bu konu tartışmaya kapalı haberin olsun. Hayat senin, o ince
hesaplarına yetecek kadar uzun değil Rıfat. Yaşa ve geç. Bir günde ajandana
bakma. Bir günde plan yapma. Bir gün dolabını aç, ne giyineceğine o an karar
ver. Birgün de itiraz etmeden, ama demeden, evet de. Ne hissettiğimi anlamaya
çalış. Hatta arada yüzün gülsün. Süpriz yapıyorum aynı surat. Hediye veriyorum
aynı surat. En sevdiğin yemeği yapıyorum, aynı surat. Tartışıyoruz, aynı surat.
Bak yine aynı şekilde bakıyorsun!
-Nasıl
ya, ben hiç gülmüyor muyum? Kusura bakma Aslıcım. Meğer sen de ne
dertliymişsin. Benimde sustuğum şeyler var. Madem sen açtın mevzuyu söyleyeyim.
6 yıl önce baş başa gittiğimiz tatile bütün arkadaşlarını çağırıp, sirke
çevirdiğini de ben unutmadım. Sonra o çok sevdiğim, yün hırkamı, bana sormadan
çöpe atmanı, hala hazmedemiyorum.
-Rıfat
sana inanmıyorum. Lime lime olmuştu. Giysi kumbarasına atmaya utandım. Bunu mu
söylüyorsun? Üstelik, çok daha güzelini aldım. Attığıma söylenmekten, teşekkür
bile etmedin. Bırak teşekkürü, tenezzül edip giyinmedin bile. İki yıldır
etiketiyle, dolabında duruyor. Neyse boş ver, suç bende. Sen, annenin lisede
ördüğü, kahve rengi süveterini giymeye devam et. Rica etsem artık dönebilir
miyiz? Susadım, acıktım ve çok yoruldum.
Bizler davranışların
sebeplerini bilmiyorsak, hayatı anlamlandıramayız. Karşımızdakinin neyi, neden
yaptığını bilmiyorsak, iletişim kazaları yaşarız. Tartışmalar, kırgınlıklar,
küsmeler bitmez. Her birimiz farklıyız. Kıymetli olan, farkı fark ederek, yönetebilmektir.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
İletişimde kazalara sebeb oluşturmamak elimizde. Önce kimin kim olduğunu anlarsak ilişkilerde ustalasabiliriz.
YanıtlaSilÇok keyifli bir o kadar da hayatın içinden bir yazı olmuş.. Farklılıkların sebebini bilmezsek Aslı ve Rıfat gibi oluruz :)
YanıtlaSilRıfat aynı annem aslıda babam :)) burada roller değişmiş ama çok hayatın içinden bir manzara.
YanıtlaSilBirbirimizin farklılığını kabul edip herkesin biraz fedakarlık ederek orta yolda buluşması ile yol alınabilir ancak.
O kadar keyifli bir yazı olmuş ki elinize sağlık.... farklı olduğumuzu ve insanların farklı olduğunu bilsek hayatta tıpkı bu yazı gibi keyifli oluyor..😊🍉
YanıtlaSil