KOŞ FÜSUN, KOŞ…

 

- Oğlum giy çorabını, hala tablette oyun mu oynuyorsun? Hadi geç kalacaksınız. Kızım tokan nerede senin? Daha saçını yapmamışsın! Kardeşinin kalem kutusunu buldunuz mu?  Hay Allah, onu da ben bulurum tamam. Servis gelir şimdi, şoförle papaz etmeyin beni. Murat bitti mi kahvaltın? Gömleğini ütüledim. Askıdan alabilirsin.

- Hayatım sana zahmet verir misin? Şu son dakika haberlerine bakayım.

- Tamam kızın saçını tarıyorum, getiririm.

- Ama geç kalıyorum Füsun hadi.

- Anne beslenme çantamı hazırladın mı?

- Evet mutfaktaydı.

- Acaba verebilir misin? Ayakkabılarımı çıkartmasam?

-Tamam oğlum, babanın gömleğini verip geliyorum.

- Anne servis geldi, hadi! 

Füsun’un hayatı koşturmaca halindeydi. Bir oğlu, iki kızı vardı.  Her sabah, bir yandan kahvaltı hazırlar, bir yandan da çocukları okula yetiştirmeye çalışırdı. Bir de eşini işe uğurlama faslı vardı. Sanki peşinden biri kovalıyormuş gibi sürekli hareket halindeydi. Bu koşturmaca akşam da devam ediyordu. Çünkü çocuklar okuldan gelmeden yemekleri hazır olmalıydı. Eşi her gün olmasa da haftada iki, üç gün misafir çağırırdı. Bu yüzden, Füsun sabah herkesin arkasından dağınıklığı topar sonrasında hemen mutfağa girerdi. Neredeyse ikindiye kadar yemek pişirmekle uğraşırdı. Çünkü çocukların her biri farklı şeylerden hoşlanırdı. Aman yesinler, iyi beslensinler, hasta olmasınlar diye kim neyi seviyorsa onu yapardı.

Bir de misafire göre hazırlık yapayım derken, iş üstüne iş çıkardı. Bir gün yine misafir için hazırlık yaparken, malzeme eksiklerini alması için oğlundan markete gitmesini rica etti.

-Ya anne, sürekli bana söylüyorsun, neden kardeşim gitmiyor? Çok yorgunum.

- Koş, Füsun, koş. Bunlardan sana hayır yok! Diyerek, giyinmek üzere yatak odasına geçti. Zamanla yarıştığından, çocukların keyfini bekleyecek vakti yoktu. Hemen hazırlandı ve çıktı. Markete girip, alışveriş için bir araba aldı, hızlıca eksiklerini doldurdu. Tam listesini kolaçan ederken, birisinin kendisine seslendiğini duydu.

- Aaa, Necibe abla, nasılsın?

- İyiyim yavrum, asıl sen nasılsın? Çok telaşlı gördüm seni.

- Ben de iyiyim. Gördüğün gibi koşturup duruyoruz.  

- Ah be yavrum, senin telaşın hiç bitmiyor. Sabah duyuyorum seslerinizi, baya hareketlisiniz.

- Ayyy, çok mu ses yapıyoruz abla? Kusura bakma rahatsız ediyoruz değil mi?

- O kadar olur kızım bir şey olmaz. Bizde çocuk büyüttük. Çocuklu evde tan tana olur. Çok da yükün var, yardım eden yok mu, nasıl taşıyacaksın bunları eve kadar?

- Alışkınım ben, götürürüm. Çocuklara söyledim de sen git, ben gidemem derken, çıktım evden. Murat’ta yorgun argın işten geldi, yemeğe kadar yatayım ben dedi. Anlayacağın iş bana kaldı. Neyse ne, kendi işimi kendim görüyorum. Kimseye de laf anlatmakla uğraşmıyorum. Gelseler de illa ki eksik bir şey oluyor. Bu sefer tekrar gitmeleri için ikna etmekle uğraşıyorum. Eşim zaten, “Ne gerek var bu kadar şeye?” diye söylendiğinden, ondan hiçbir şey istemiyorum. 

- Söyleyene kadar kendim daha hızlı yapıyorum, diyorsun.

- Aynen öyle Necibe ablacım.

- Neyse tutmayayım seni, yarın seninkileri yollayınca kahveye gelsene, iki lafın belini kırarız olur mu?

- Olur tabi, hem de ne güzel olur ablam. Ama söz vermiş olmayayım. Bir aksilik olmazsa gelirim, haberleşiriz.

- İyi bakalım kızım. Sana kolay gelsin.

- Sağ ol ablacım.  

Yine koştura, koştura eve geldi. Hemen aldıklarını çıkararak, yemekleri pişirmeye başladı. Bir yandan da evi toparlıyordu.

-Oğlum şu legoları kaldırsana yerden, basarsın üstüne, parçası kaybolur. Şuna bak, kime diyorum evladım?

- Tamam anne yaa...

- Kızım bu odanın hali ne? Geldiğimde burası toplanmış olsun demedim mi?

-Öf anne yaa. Her misafir geldiğinde aynı şey. Benim odamdan kime ne? Şimdi işim var, sonra toplarım.  

Füsun çoktan odayı toplamaya başlamıştı. Tez canlı ve sabırsız olduğundan, beklemeyi sevmiyordu. Zaten bekleyecek vakti de yoktu. Son hazırlıklar tamamlandı, sofra kuruldu ve misafirler geldi.

Güzel bir karşılama ve harika bir akşam yemeğinden sonra kahveler içildi. Çaylar, tatlılar, meyveler, sodalar, derken, vakit geç olunca, herkes birer birer müsaade isteyip kalktı. Çocukların da uykusu gelmiş, odalarına dağılmışlardı.  

-Hayatım eline sağlık, her şey çok güzeldi, erken kalkacağım, yatıyorum bende, diyerek Murat da odasına geçti.

Füsun dağılmış mutfak ile baş başa kalmıştı. Kollarını sıvadı, mutfak önlüğünü giyindi. Aslında o kadar yorgundu ki içinden belki Murat yardım eder diye düşünmüştü. Böyle bir teklif olmayınca, “Aman, ona ne yapacağını anlatana kadar, kendim yaparım” deyip işe koyuldu. Nasıl bitirdi ne zaman yattı ne çabuk sabah oldu, anlayamadan, kendisini yine aynı döngünün içerisinde buluverdi. Ev ahalisini gönderdikten sonra hızlıca işlerini toparladı.

Necibe ablasına kahveye gitti. Eli boş gitmek istemediğinden, o hengamede bir de kurabiye pişirmişti.

-Hoş geldin Füsuncuğum. Nasıl da güzel görünüyorlar. Mis gibi de koktu. Ellerine sağlık, onca işin arasında niye zahmet ettin?

-Olur mu abla ne zahmeti? O kadar gürültümüzü çekiyorsun, hem elim boş gelmek istemedim.

- Geç otur yavrum, kahveleri hazırlayıp geliyorum.

-Ben oturayım sen bana hizmet et olmaz öyle ben yapayım mı kahveleri?

-Ne demek, canım benim, ben seni dinlenesin diye çağırdım, zaten hep ayaktasın.

-Öyle gerçekten. İnsan oturunca anlıyor ne kadar yorulduğunu…

-Füsun biliyor musun, bizi yoran aslında iş yapmak değil. Gereksiz yükleri omuzlamak.

-Nasıl yani?

-Anlıyorum annesin, eşsin, evlatsın ama bu kadar yük almak insanı erken yorar. Herkesin kendi gücü kadar bedel ödemesi gerekir. Çocuklara gücü ölçüsünde sorumluluklar ver. Onlarında hayata dair bedelleri olsun!

Füsun konunun nereye varacağını anladı.

-Necibe abla, sen beni kahveye boşuna çağırmadın değil mi?

-Evet Füsuncuğum. Eskiden benimde yaptığım hataları, sende fark ettiğim için bir ablan olarak konuşmak istedim. Biz insanlar hayata geliriz. Rollerimiz ne ise onların gereğini yaparız. Ama başkasının rolünü çalmak, ona merhamet değil, zulüm olur. Sen yemekti, çamaşırdı, bulaşıktı, temizlikti derken her işe koştururken, konu çocuklar olunca, sadece ders çalışmalarını bekliyorsun. Eşin işe gidiyor, yoruluyor diye, yardım talep etmiyorsun. Ama hayat öyle değil kızım. Yuva dediğin yerde, herkes o yuva için bir işin ucundan tutmalı. Çocuklar kendi eşyalarını toplayıp, kaldırabilir. Markete gidilecekse, onlar gidebilir. Akşam yemek yenecekse, masaya herkes bir şey koyabilir. Bak o zaman o yemek nasıl keyifli olur. Mesela, çocuklar sebze yemiyor, diyorsun. Pazara giderken yanında götür onları, sebzeyi taşısınlar. Beraber pişirin.  Onlar yıkasın, sen doğra. Göreceksin, tadını merak edip, yemeğe başlayacaklar. Çünkü kızım, insan bedel ödediğine değer verir. Sen onlara hediye alınca kırıp parçalıyorlar. Ama kendi paraları ile aldıkları oyuncaklara sahip çıkıyorlar değil mi? Bedel böyle bir şeydir. Evladın da olsa, eşinde olsa, onların bedellerini ellerinden alırsan, o zaman aile de sıkıntılar olur. Hem onlar da yarın anne baba olacaklar. Hiçbir şeyin ucundan tutmazlarsa, nasıl marifetlenecekler? Herkesin evin içinde görevi olmalı. Biri çöpü atmalı, biri oyuncakları toplamalı. Biri faturaların takibini yapmalı. Biri yemek pişirmeli. Unutma Füsun, ortak bedel ödeyenler, birbirine kıymet verir ve senin hayatın da daha keyifli olur. İş bölümü olunca vaktin bereketlenir, birbirinizle daha kaliteli zaman geçirmiş olursunuz. Daha geç olmadan sen ablanın dediklerini bir düşün güzel kızım!

-Haklısın abla söz veriyorum bunu düşüneceğim, iyi ki varsın.

Bütün gün bu sohbet kafasında döndü durdu. Çok haklıydı. Ne çok yük yüklemişti sırtına, bu sorun değildi de onları marifetsiz bırakıyor olmak çok canını sıkmıştı. Eve gitti iki çeşit yemek yaptı. Papatya çayı demledi. Salondaki koltuğa uzandı. Şimdi yükleri paylaştırma zamanıydı.  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…

Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, 

En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 

Aynadaki kişi...

Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yahya Hamurcu

Yorumlar

  1. Her şeyi yaparak insanları mutlu edeceğimizi zannederiz halbu ki insanlar bedel ödediginde mutlu oluyor .kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Rolleri yanlış kodlayınca...elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Ne çok yanlışlar yapıyormuşuz. İnsan kendine dışardan bir gözle bakabiliyor bu makale sayesinde. Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Ah bedel ah sen herşeyi çözüyorsun👍🏼

    YanıtlaSil
  5. 'Ne kadar da biz' bir yazı olmuş, 'onu mu bekleyeceğim' derken çocukları marifetsiz bıraktığımızı görsek, biraz sabretsen... Elinize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Başkasının rolünü çalmak, ona merhamet değil, zulüm olur.. Kendine de..

    YanıtlaSil
  7. Ayşe Nur Varlı28 Kasım 2024 00:57

    Bedel almak, insanlara verdiğimiz en büyük zarar. Kendimize çok yük yükleyerek hem kendimizin hakkına giriyoruz, bedelini aldıklarımızın gelişimine engel olarak karşı tarafın kul hakkına giriyoruz. 🌸

    YanıtlaSil
  8. Karşımızdakinin Ödemesi gereken bedeli biz ödediğimizde ona iyilik yaptigimizi düşünüyoruz ve buna iyi niyetle yapıyoruz ama aslında farkında olmadan karşımızdaki insanın gelişmesini engelliyoruz. İnsan bunu anladigi zaman hayatında büyük bir dönüşüm yaşıyor.

    YanıtlaSil
  9. Başkasının bedelini aldığımızda ona yardım etmiş olmuyoruz zarar veriyoruz. Elinize sağlık

    YanıtlaSil
  10. doğru bedeller bizlere sevdirilir inşallah :)

    YanıtlaSil
  11. İnsan bedelini sever bedel ödediğine değer verir

    YanıtlaSil
  12. Elinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil

Yorum Gönder