NE KADAR DA BENZERİZ AMA BAZEN, BİR O KADAR DA FARKLI…

  

Belgesel izlemeyi sever misiniz?

Televizyon izlemediğini söyleyenler, “Arada sadece belgesel izlerim” der. Hatta belgesel müdavimleri vardır. İnsan doğadaki kusursuz işleyen düzeni izledikçe hayranlığı artar. Bazılarımız da doğal yaşamı çok vahşi bulur. Bazılarının da belgesel dendiğinde aklına ilk gelen, acımasız aslanların, yavru ceylanları avladığı sahnelerdir. “Ne diye izlerler şu vahşeti? Hele şu çekim yapanlara çok kızıyorum. Kurtarsana zavallı yavruyu! Durmuş bir de çekiyor…” diyerek hayıflanırlar.

Nedense insanoğlu, hayvanları vahşi ve korkunç, kendisini ise çok iyi ve merhametli zanneder. Peki, gerçekten böyle midir?

Aslında, aslanlar, sürülere saldırmazlar. Önce çok iyi bir şekilde gözlemler, sonrasında, uygun koşul ve zamanı kollarlar. Ve stratejilerine uygun, harekete geçerler. Bu strateji, merhamet üzerine kuruludur. Avlanacakları sürüde güçsüz veya hasta olan seçilir. Böylece sürüyü yavaşlatan ve gelecek neslin bozulmasına sebep olacak bu hayvan, karın doyurarak, fayda vermiş olur. Bizler seyrederken, aslanı gören sürü, kaçtığı için hepsine saldırıyor zannederiz. Hâlbuki orada bir olay vardır. Hiçbir aslan; “Ben size barış getirmek için geldim!” diyerek, başka topraklara girip, rastgele bir kurban seçmez.

Gökyüzünün en güçlü canlıları kartallardır. Bir kartal, ağırlığının dört katını, taşıyabilecek marifete sahiptir. Yani, bir geyik yavrusunu uçarken ağzında taşıyabilir. Ama rastgele bir canlıyı öldürmez. Gücüyle, merhamet ortaya koyar. Hiç şöyle bir kartal ile karşılaştık mı? “Büyüdüklerinde, intikam almasınlar diye tüm yavru geyikleri öldürmeliyim!”

Ya deniz kaplumbağaları, yaşamlarının büyük bir bölümünü kıtalararası denizlerde geçirirler. Erkekler, deniz dışına hiç çıkmaz. Dişileri ise sadece yumurtalarını bırakmak için kumsala çıkarlar. Yumurtadan çıkan yavrular, suya yönelerek, okyanuslara ulaşma coşkusuyla yüzer. Av olmaktan kurtulabilmişse, akıntıların birleştiği yerlerde, yiyecek temin ederek, yeni bir hayata başlar. Ve ergenliğe ulaştığında, kendi yumurtalarını bırakmak için tekrar hayata geldiği kumsala geri dönmek için kilometrelerce yüzmesi gerekebilir. O kumsalda hiç bir canlı; “Siz yurdunuzu bırakıp gittiniz. Bizde burayı işgal ettik. Artık burası bizim!” demez.

Doğadaki bir canlının, büyüklüğüne, keskin diş ve pençelerine bakarak güç yönünden kıyaslamalar yaparız. Peki, güçlü olmak için bunlar gerekli midir? Çünkü sivrisinek, bu tarz özelliklere sahip değildir. Ancak, yaz geceleri, ninni söyleyen bu minnacık varlıklar, zikzak adı verilen, yılda 725 bin insanın ölümüne sebep olan bulaşıcı bir hastalığı taşıyabilirler.

Peki ya insanoğlu?

Güce sahip olduğunda, ilişkileri şekil değiştirebilir. Mesela kendine ait olmayan bir toprağa sahip olabilme arzusu varsa, oraya izinsiz girerek, yaşayanlara zarar verebilir.

Daha da ileri gittiğinde, insanlığını kaybedip, soykırım bile yapabilir. Özellikle de tehdit gördüğü için bebekleri ve çocukları yok etmek ister. O çocukların, ileride kendisi gibi acımasız olup, intikam alacağına inanır. Bu inancı, yok etmek için bahane eder.  

İnsan, gücüne güvenerek, zayıf olanı ezmek isteyebilir,

Aç gözlülüğüne yenik düşerek, daha fazlasına sahip olma uğruna, birçok şeyi yakıp yıkabilir,

Bu davranışlar, tüm zamanlarda oldu ve olmaya devam ediyor. Zulmetmek, zalim olmak, insanın yapmayı tercih edebileceği bir davranıştır.  

Öte yandan, birileri zulüm görürken “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” diyerek izleyen de olabilir. Ama vicdanı ve merhameti geliştiğinde, tek başına da olsa, elinden geleni ortaya koymak da isteyebilir. Kendisi gibi duyarlı kişilerle birleşebilir ve böylelikle, ortaya çok şey koyabilir. Güçlendikçe, etkisini artırabilir.

Masumun hakkını savunmak için kendi zevklerinden vazgeçebilir.

Bebekler katledilirken, herkesin sessiz kaldığı yerde, cesaretle sesini yükseltebilir.

Sahne çok ama çok kalabalık. Ancak bazıları zulüm edenler, bazıları seyredip hareket edemeyenler, bazıları insani duyguları ile bir şeyler yapmak için çırpınanlar!

Aslında, ne kadarda benzeriz, ama bazen, bir o kadar da farklı…

  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…

Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, 

En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 

Aynadaki kişi...

Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yahya Hamurcu

Yorumlar

  1. "Aslında, ne kadarda benzeriz, ama bazen, bir o kadar da farklı…" farkı belirleyen tercihlerimiz. Ne güzel anlatmışsınız. Ellerinize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  2. İlmi olan benzer gibi gozukenlerin aslında farklı olduğunu anlar. .kaleminize saglik 🍉

    YanıtlaSil
  3. İnsan gücü dengesiz kullandığında hayvandan bile aşağılaşmış olurken dengede ve yerinde kullandığında çoğu insandan üstün oluyor. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel bir yazı kaleminize sağlık🌸

    YanıtlaSil
  5. Her seçim yönüyle iyi veya yönüyle kötü. Elinize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Masumun hakkını savunmak için kendi zevklerinden vazgeçebilmek çok önemli🌸

    YanıtlaSil
  7. Farklı bir bakış açısı oldu benim için.👍🏼

    YanıtlaSil
  8. Tam da günümüze ışık tutan bir yazı olmuş

    YanıtlaSil
  9. elinize sağlık
    :)

    YanıtlaSil
  10. Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
  11. Hayvanlar, programlanmış bir şekilde, tek seçenek sebebi ile; insanoğlu ise hür iradesi ile hareket eder.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder