Güneş ışıklarıyla uyandı Nisa. Gülümsedi nedenini bilmeden. Çocuklarına kahvaltı hazırladı, onları okula, eşini de işe gönderdi. Çok heveslenerek aldığı süpürgesiyle evi temizledi. Tatile gittiği şehirlerden tek tek topladığı bibloların tozunu aldı. Gülümsedi nedenini düşünmeden.
Tam o anda anlam veremediği bir şeyler olmaya başladı. Ani bir titreme ile biblolar yere düşmeye başladı. Güneş sönmüştü sanki, etraf birden karardı. Odalarından çocuklarının sesi duyuluyordu. Çok korkmuşlardı ve ağlıyorlardı. Ne olduğunu anlayamıyordu Nisa. Sarsıntı devam ediyordu. Dışarıdan çok yüksek sesler geliyordu. Bir taraftan çocuklarının yanına gitmeye çalışıyor, bir taraftan “Onlar okulda değiller miydi?” diye düşünüyordu.
Tam çocuklardan birine ulaşacakken sahne birden değişti. Nisa ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. “Rüya görüyorum herhalde” dedi. Ama her şey nasıl bu kadar gerçek olabilir. Tam o sırada kızı elini tuttu ağlayarak. “Anne evimiz!” diyebildi. Nisa dönüp baktığında evlerinin yıkıldığını gördü. Etrafındaki birçok bina ile birlikte onların oturduğu apartman da yıkılmıştı. Yıllarca emek vermişlerdi o evi alabilmek için. Eşi ile ne çok tartışmıştı içindeki eşyaların markası için. Çocuklarına ne kadar kızmıştı evi dağıtıyorlar diye. Şimdi hiçbiri yoktu. Sahi oğlu ve eşi neredeydi? Etrafına baktı kızından başka tanıdığı kimseyi göremiyordu. Korkarak birkaç adım attı. Ne yapacağını bilmiyordu.
“Nasıl olur bu?” derken o yüksek sesi tekrar duydu. Etrafındaki herkes bir yerlere kaçışıyordu. Gökyüzüne baktı. Bu bir bombaydı, geldiğini görebiliyordu. “O zaman evi yıkan da bir bombaydı.” dedi. Kilitlenmişti sanki, hareket edemiyordu. Bir taraftan kızı kaçmak için çekiştiriyordu. Son anda koştular. O büyük gürültüden sonra bir anlık sessizlik ve sonra ciğerine yapışan toz taneleri. Nefes almak çok zordu. Etrafta hiçbir şey göremiyordu. Bir an içi geçti.
Kendine geldiğinde büyük bir kalabalıkla birlikte yürüyordu. Nereye gittiğini bilmeden. Sırtında bir çanta nereden geldiğini bilmediği. Çok aç olduğunu hissetti. Ama bu normal bir açlık değildi. Kaç gündür yemek yemediğini bilmiyordu bile. Etrafına bakındı içecek bir yudum su isteyecek birini bulmak için. Herkesin durumu aynıydı. Hatta bazılarının daha kötüydü. Kiminin başında sargı vardı, kandan rengi kırmızıya dönmüş. Kimi koltuk değnekleriyle zar zor yürüyordu. Kimisi sırtında çocuğunu, kimisi annesini taşıyordu. Yürüdüler, yürüdüler. Nereye gittiklerini bilmeden. Bomba seslerinden uzağa, bir yudum su bulmak ümidiyle yürüdüler.
Ulaştıkları tepeden pamuk tarlası gibi görünen bir yere geldiler. Yaklaşınca buranın çadır kent olduğunu anladı. Bir çadır gördüğünde bu kadar sevineceğini asla düşünmezdi. Tek düşünebildiği birazcık dinlenebilmek ve bir yudum su içebilmekti. Çadır kenti kuranlar biraz yemek ve su hazırlamışlardı. Orada tanıdık birilerini gördü. Onlara eşini çocuklarını sorabileceğini düşündü. Sormaktan bile öyle çok korkuyordu ki kalp atışları hızlanmıştı.
Nefes nefese gözünü açtı. Alnından terler damlıyordu. Sanki bacaklarını hissetmiyor, elleri titriyordu. Nerede olduğunu ne olduğunu anlayamadı uzun süre. Sanki birinin onu görmesinden duymasından korkar gibi yavaşça hareket etti. Evindeydi. Eşi yanında uyuyordu. Hemen çocukların odasına gitti. Onlar da uyuyorlardı. Saat gecenin üçüydü. Eşini çocuğunu görmesine rağmen bir türlü kendisine gelemedi. Kendi kendine “Ama ne kadarda gerçekti!” dedi. Kaç kere tekrarladı bu cümleyi bilmiyordu. Sonra “İyi ki gerçek değil.” demeye başladı. Ya gerçek olsa ne yapacaktı. Eşi, çocukları, evi, ailesi memleketi…
Perdeyi açıp dışarıya baktı. Her şey normal görünüyordu. Bunca zamandır haberlerde gördüğü, her gün sosyal medya da karşısına çıkan savaş haberleri geldi aklına. Her zaman savaşın bir haksızlık olduğunu düşünmüştü. Ama savaşı yaşayan o insanların neler hissedebileceğini hiç bu kadar hissetmemişti.
Gözleri doldu nedenini bilmeden. Gördüklerinin rüya olduğuna sevindiğinden mi ağlıyordu, yoksa birilerinin bunca acıyı tam bir senedir yaşadığına mı ağlıyordu? Kim bilir oradaki insanlar ne çok isterlerdi tüm yaşananların rüyadan ibaret olmasını. Keşke rüya olsa…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
Elinize sağlık
YanıtlaSilYaşananlar gerçekten rüya olsa.kaleminize sağlık.
YanıtlaSilEskisinden de iyi olsunlar
YanıtlaSilİnsanlık dışı yaşanan bir vahşet ve onunla mücadele eden bir avuç insan ...
YanıtlaSilBilinçlerden silinmeyecek bir sahne. Gerçeği hatirlatan bu yazınız için teşekkürler 🍉
İnsanın başına gelmeden anlayamacağı büyük bir zülum… kardeşlerimize Zafer nasip et Allah’ım
YanıtlaSilBizler böyle bir zulmü unutmamalı, unutturmamalıyız. Çok anlamlı bir yazı olmuş🪻
YanıtlaSilAteş düştüğü yeri yakıyor... Unutmamalı ve hassasiyetimizi kaybetmemeliyiz. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
YanıtlaSilKeşke savaş diye bir şey olmasa ama maalesef var bize düşen yapılanları unutmamak😔
YanıtlaSilSon yılda çok zor yaşananlar. yaşamayan tam olarak anlayamaz. ama zaten mesele yaşamadan anlamaya çalışıp duyarlı olmak…
YanıtlaSilEmeğinize sağlık… dokunaklı bir yazı
YanıtlaSil.
Ellerinize sağlık 🌸
YanıtlaSilİnsan "Bizim başımıza gelmez" zannediyor. O yüzden umursamaz olabiliyor. Ama mesele bizim başımıza gelmeden, anlayabilmek, tarafını belli edebilmek..
YanıtlaSilkeşke....
YanıtlaSilElinize sağlık
YanıtlaSil