Ailenin tek çocuğuydu Pınar. Babası ünlü bir markanın sahibiydi. Babası ve annesi tarafından bugüne kadar ne istediyse fazlasıyla yapılan, bir dediği iki edilmeyen, istekleri bitmeyen bir çocuktu. Prenses gibi büyütülmüştü. Yaşı henüz küçük olmasına rağmen çok hızlı bir yaşantısı vardı. Daha on sekizine bastığı gün son model arabası kapıya gelmişti. İlkokuldan beri hep kolejlerde eğitim almış, özel hocalarla okul hayatını tamamlamıştı. Okulda yaşanan bir problem olduğunda, babasının bir telefonuyla bütün problemler çözülüverirdi.
Böyle durumlarda; “Tatlım
unutma para her kapıyı açar” diyerek,
dalgacı bir tavırla kahkaha atardı.
Böyle düşünmekte kendince haklıydı çünkü; Pınar hiçbir sorumluluk
üstlenmeden sadece gezip, eğleniyor ve sürekli para harcıyordu. Hayata dair
bütün problemlerini babası ve annesi, bir de çok güvendiği parası
çözüyordu.
Uzun yıllardan beri evlerinde çalışan Sebahat hanım büyütmüştü
Pınar’ı. Her sabah gelir bütün işleri, yemekleri yapar, akşam evine dönerdi.
Annesi ve babası yoğun iş seyahatleri, iş yemekleri sebebiyle Pınar’ la çok
ilgilenemiyorlardı. Emeği çoktu Sebahat Hanım’ ın. Arada öğütler verirdi
Pınar’a.
“Bak benim tatlı kızım; ben senin her işini yaparım, benim
işim bu. Bu hiç önemli değil. Ama arada sen de en azından yatağını topla,
mutfağa gir bir şeyler öğren, hayat her zaman bu konforda geçmeyebilir.” derdi.
“Hayır Seboş’ cuğum ben iş kadını olacağım. Hele şu
üniversite bir bitsin, hemen babamın şirketinin başına geçeceğim.” derdi.
Her gün okul çıkışı arkadaşlarıyla takılır, eve çoğu zaman
geç gelirdi. Bazı akşamlar alkol almaya bile başlamıştı. O akşamlarda anne ve
babası alkol aldığını farketmesin diye arkadaşlarında kalırdı.
Üniversitenin son yılıydı. Şirketin başına geçmesine az
kalmıştı.
Yine eve geç geldiği gecelerden birinde, sessizce odasına
geçti. Kendini iyi hissetmiyordu. “Ruhum daralıyor, içim sıkılıyor.” diye
bahsetmişti arkadaşlarına. Yatağına uzandı, sosyal medyada gezerken
uyuyakalmıştı.
Pınar o sabah, her zamanki gibi bir sabaha uyanamadı.
Uyuduktan birkaç saat sonra büyük bir deprem meydana gelmiş ve oturdukları o
büyük lüks sitenin tamamı yıkılmıştı.
Üzerinde ağır bir yükle, yüzü gözü toz duman içinde açtı gözlerini. İçinde bulunduğu durumu anlayamıyordu. Bu bir rüya mıydı, yoksa gerçek miydi ? Birden aklına telefonu geldi, sıkıştığı o yerde el yordamıyla telefonunu buldu, ama telefonunun şarjı bitmişti. Hemen aklına annesi ve babası geldi. Onlar neredelerdi? Kendini toparlamaya çalışarak düşündü. Anne ve babası evdelerdi, çünkü gece arabasını park ederken anne ve babasının arabasını görmüştü. Telaşı artmaya başladı. Çünkü bu yaşadığı bir rüya değildi. Anladığına göre deprem olmuştu ve şu an enkaz altındaydı. Bir süre sonra dışardan karışık sesler duymaya başladı. Ambulans sesleri, bağıran, ağlayan insan sesleri. Çok üşüyordu ve susamıştı. Bilinci yarı kapalı halde tekrar uykuya daldı.
Gözlerini açtığında hastanedeydi ve tek başınaydı. Yanında
kimse yoktu. Uyandığını gören bir hemşire yanına geldi ve nasıl olduğunu sordu.
Pınar; bilinci yarı kapalı vaziyette hemen anne ve babasını sordu.
Hemşire; “Şu an anne ve babanız neredeler bilemiyorum. Üç
gün önce çok büyük bir deprem yaşadık ve siz enkazdan çok şükür sağ olarak çıktınız, inşallah anne ve babanız da
yaşıyordur.” diye cevap verdi. Pınar’ın genel durumu iyiydi. Hastanenin verdiği
ikinci el kıyafetleri ve terlikleri
utanarak giymek zorunda kalarak, iki gün
sonra taburcu edildi.
Hastaneden çıktığında gözlerine inanamadı. Yaşadığı şehir
resmen yok olmuştu ve nereye gideceğini bilmiyordu. Hastanenin yakınında
kurulmuş çadırlar, aş evleri, kalabalık insan toplulukları vardı. Bir an önce
evine gitmek istedi. Herşey o kadar karışık ve kötü durumdaydı ki ne yapacağını
bilemiyordu. Kimselere bir şey soramıyor, konuşamıyordu. Nereye gideceğini ne
yapacağını düşünürken, bir polis memuru yanına gelerek yardımcı olmak istedi.
Evinin nerede olduğunu sordu. Pınar evlerini tarif etti. Memur, Pınar’a nezaret
ederek onu tarif ettiği adrese götürmeye çalıştı. Yürürken gözlerine inanamıyordu, her yer yıkılmıştı. Pınar maddi, manevi her
şeyini kaybetmişti. Parası olsa bile paranın her kapıyı açamayacağı bir
noktadaydı. Yürürken birden tanıdık birkaç simaya rastladı ve hemen yanlarına
gitti. Siteye giriş yaparken selam dahi vermediği güvenlik görevlisi, otoparkta
karşılaştığı birkaç yüz…
Güvenlik görevlisi
Yiğit Bey “Geçmiş olsun Pınar hanım” diyerek yanına yaklaştı.
Şaşkın tavırlar içerisinde anne ve babasını sordu. Enkaz
çalışmaları yoğun bir şekilde devam ediyordu. Kurtarma ekibinde çalışan
kişilerden anne ve babasının vefat ettiklerini öğrendi. Pınar yıkılmıştı,
hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yardımcı olmaya çalışan polis memuru Pınar’ ı
alarak bir çadıra götürüp oradaki insanlara teslim etti. Hiç tanımadığı
insanlar acısına ortak olup sakinleştirmeye çalıştılar. Güvenlik görevlisi Yiğit Bey, Pınar’ı çok iyi tanıyordu. Onun
yemek sırasına girip yemek alamayacağını düşünerek sıcak çorba getirmişti. Lüks
restoranlarda, lüks sofralarda yemek yemeye alışık olan Pınar için bu durum çok
farklıydı. Artık ne annesi, ne babası, ne lüks
bir evi, ne arabası, ne de o lüks hayatı vardı. Gözlerinden yaşlar
süzülerek gelen çorbayı içti.
Birden sevinç çığlıklarıyla bağıran bir kalabalığa kulak
verdi. Enkazdan küçük bir bebek kurtarılmıştı. Merak ederek kalabalığa doğru
yaklaşırken birden gözüne yurtdışından çok pahalıya aldığı kar botunun teki
ilişti. O an bütün hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Pınar
hayata dair isteklerinin ne kadar anlamsız ve ne kadar aşırı olduğunu çok acı
bir şekilde anlamıştı.
İçinde bulunduğu şaşkınlık yerini büyük bir pişmanlığa bıraktı.
Hava kararıyor ve zaman geçtikçe daha çok soğuyordu. O
çadırda, üç gece bir sandalye üzerinde sabahladı. Sabah olunca insanlar yemek
sırasına giriyorlardı ama bu durum ona çok yabancıydı, zorlanıyordu. Dördüncü
gün herkesle birlikte aşevinin önünde çorba almak için sıraya girmişti. Alışkın
olmadığı şeyler yaşamak zorunda kalmıştı. Tam çorba alma sırası ona gelmişti ki,
yan taraftan birisi elini tuttu.
İrkilerek kafasını çevirdi, elini tutan kişi Sebahat Hanım’ dı. Pınarın gözleri
parladı ve “Seboşcuğum” diyerek gözlerinden yaşlar süzüldü. Sımsıkı sarılarak
ağlamaya başladılar. Sebahat Hanım, Pınar’ ı bir sandalyeye oturtup, tüm
sevgisiyle onu teselli etmeye çalıştı. Kendisi depremzedelere yardım etmek için
aşevinde görev almıştı. Evi ve sağlığı yerindeydi. Görev devir saati gelince
dinlenmek üzere Pınar’ ı da alarak küçük gecekondusuna gittiler. Uzun uzun
dertleştiler. Artık Pınar için yepyeni bir hayat başlıyordu…
Marka kıyafetler giyinirken, tanımadığı kimselerin ikinci el
kıyafetlerini giymek, çok konforlu bir yatakta uyurken sandalyede sabahlamak,
lüks sofralarda yemek beğenmezken, aşevinde yemek sırasına girmek, zengin
uyuyup fakir uyanmak, her şey baştan aşağıya değişmişti.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki ‘Somut olan her şey
risklidir, kaybedilebilir ama soyut kazançlar her zaman senindir’.
Ey bana benzeyen …
Kendini oyalayıp durma…
Şeytan, senin kendin için yaptıklarını küçümsüyor…
Sen iyi bir şeyler yapmak için … büyük sebepler bekleme…
Yapacaklarını küçümseme…
Hemen başlamana engel ‘’Ben yaparsam büyük yaparım’’ kibirine
girip oyalanma…
O kibirle aldatmaya meğilli… o aldatan …
Peki sen niye aldanansın…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
Erteleme, dün geçti yarını bilmiyoruz. Başlangıç için bize bugün lazım. Kaleminize sağlık👏👏👏🤗🌻
YanıtlaSilTüm gerçekliği yüzümüze vuran güzel bir yazı. Elinize emeğinize sağlık.
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı. Iyi olsun diye Evlatlarımızın her isteğini yaparak onlara zarar vermek....
YanıtlaSilDünyaya aldanıp herşey bizimmiş gibi... Ne kadar büyük bir yanılgı. Bilincimizi açan yazınız için teşekkürler🌺✌️🍉
YanıtlaSil
YanıtlaSilElinize sağlık. çok etkileyici bir yazı olmuş. Öncelikle Bütün depremzedelerimiz için üzgünüz. Ölenlerimize bol rahmet , diliyorum .
Evet yazı da ki bir çocuk büyür ama önemli olan hayatta başkalarını kurtaracak, ve kendi ayakları üzerinde duracak bir çocuk yetiştirmek ne kadar önemli !!
o kadar güzel fark ettirdi ki bana., bir kere daha…
❤️
YanıtlaSilÇok dokunaklı bir yazı… hele şu cümleyi o kadar sık duydum ki hayatımda “Babamın işinin başına geçeceğim!” Çok klasik olacak ama tüm ebeveynlere sesleniyorum ; çocuklarınıza balık vermeyin tutmayı öğretin ki hayat onlara beklenmedik süreçler sunduğunda başa çıkabilme güçleri olsun… Hayat planladığımız gibi gitmiyor maalesef…
YanıtlaSilHayriye akgül en yanlış olduğumuz zamanlarda bile Rabbım var çok şükür gerçeği görebilmeniz için elinize emeğinize saglik
YanıtlaSil😞😔😔😔 sanki gerçekmiş gibi okudum 😔😔😔
YanıtlaSilİnsanı hem daha geçen yıl yaşadığımız o acı günlere götüren, hem de bu günümüzü sorgulatan bir yazı olmuş... Ellerinize sağlık...
YanıtlaSilKaleminize sağlık yine tüm duyguları yaşatan bir yazı 🌷
YanıtlaSilOrtalama zekaya sahip bir insan bunları her an düşünebilir ve düşünmesi gerekir bırakın bir geceyi bir saniye sonrasını bile hiçbir garantisi yoktur bunu Bireyler kendi kendine düşünebilir düşünemeyenler içinçok güzel bir örnek olmuş ellerinize sağlık teşekkür ederiz
YanıtlaSilSen iyi bir şeyler yapmak için … büyük sebepler bekleme…
YanıtlaSilYapacaklarını küçümseme…
Çok öğretici bir yazı olmuş kaleminize sağlık.
Bir sabah uyandığımız da yada uyanamadığımız da... İnsan her durumu hazır olması gerektiğini ve küçükken bu şekilde yetiştirilmesi gerektiğini anlıyoruz.
YanıtlaSilNe güzel anlatıldı. Teşekkür ederiz
YanıtlaSilYaşadığımız felaketi ve sonunda neye sahip olmamız gerekeni analatan çok güzel bir yazı kaleminize sağlık…
YanıtlaSilİnsan var olduklarına hep sahip olacağını zanneder. Ne güzel yazılmış🌸
YanıtlaSilÇok etkilendim.🪬
YanıtlaSilsanki okurken o anı düşünerek duygulandım kaleminize sağlık hayatın acı gerçekleri insan lar okudukça ibret alırlar inşallah devamını heycanla bekliyoruz ailecek
YanıtlaSilNekadar güzel Anlattınız ağlayarak okudum inanın öyle dokundunuzki yine çok çok güzeldi sanki oradaydım yaşadım resmen çok çok teşekürler yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilYaşadığımız çoğu şey şu dünyada misafir olduğumuzu hatırlatıyor fakat insanoğlu çabuk unutuyor. Çabuk unuttuklarimizi çok güzel yazinizla hatirlattiginiz için elinize sağlık
YanıtlaSilAnlayana dersler içeren ibretlik yazınız için teşekkürler...
YanıtlaSilHerkesten ve herşeyden vazgeçerek yaşamayı öğrenmek ve bu vazgeçtiklerimizin yerine asla vazgeçmemiz gereken birşeyi koymak hayatı anlamlandırmak olsa gerek…
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, ne güzel bir anlatım olmuş.toplumda çoğunlugumuzun yaşadığı olayların ve tepkilerin özeti ,ama sahip olduklarımız sadece somutsa geçicini olduğunu bilmek ve idrak etmek lazım
YanıtlaSilKaleminize, yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilHayat bu! Her an herşey olabilir ve biz her durum ve koşul altında mücadeleye devam etmeliyiz. Çocuklarımızı ve kendimizi bu şekilde yetiştirmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız.
YanıtlaSilEğitime yatırım yap kalıcı olsun, mal mülk yatırımı tehlikeli ve riskli olabilir, hayatboyu eğitim bizi gerçek kılar, insanlığa hizmette keyif verir, harika bir farkındalık yazısı teşekkürler
YanıtlaSilİbret alınabilecek güzel bir öykü. Yazanın ellerine sağlık valla. Düşmez kalkmaz bir Allah.
YanıtlaSilGerçeklikleri net olarak görebilmek sahteliklere aldanmadan ne büyük nimet ! Harika bir yazı dizisi olmuş
YanıtlaSilŞubat ayındaki depremde korkunç bir sallantıya uyandık resmen akıl tutulması yaşadık sadece üzerimizdeki pijamalar ile çıktık binadan...Deprem bize çok şey öğretti hiç bir şeyin sahibi değiliz. Bu yazıda gerçekten yaşananları anlatıyor paranın geçmediği hiç girmediğimiz çorba sıraları, eskiden kıymetini bilmediğimiz birçok şey... Elinize sağlık
YanıtlaSilMükemmel bir yazı... Hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmeye gerek kalmadan gerçeklere acınında dahil olduğunun bilincine varıp şükretmeyi bilsek keşke.. 🙏🏻🙏🏻
YanıtlaSilMükemmel anlatım. Teşekkürler
YanıtlaSil